1600'lü yıllarda Avrupa'da çeşitli hıyarcıklı veba salgınları yaşandı; bunların en önemlisi 1665-1666'daki Büyük Londra Vebasıydı. Bu salgın, İngiltere'de meydana gelen son büyük hıyarcıklı veba salgınlarından biriydi ve yaklaşık 100.000 insanı, yani o dönemde Londra nüfusunun kabaca %15'ini öldürdüğü tahmin ediliyor.
Hıyarcıklı vebanın belirtileri arasında ateş, titreme ve lenf düğümlerinde büyük, ağrılı şişlikler veya hıyarcıkların oluşması yer alıyordu. Hastalık, genellikle fareler tarafından taşınan enfekte pirelerle temas yoluyla yayılabilir. 1600'lü yıllardaki yetersiz sanitasyon ve hijyen uygulamaları vebanın hızla yayılmasına katkıda bulundu.
1600'lü yıllarda insanlar vebanın nedenleri konusunda sınırlı bilimsel anlayışa sahipti ve etkili tıbbi tedaviler azdı. Hastalıkla mücadelede karantina önlemleri, dini törenler, bitkisel ilaçların kullanımı gibi çeşitli yaklaşımlara başvuruluyor. Ancak bu yöntemlerin etkinliği sınırlıydı ve veba, halk sağlığı açısından ciddi bir tehdit oluşturmaya devam etti.
Vebanın Avrupa toplumları üzerinde derin sosyal, ekonomik ve psikolojik sonuçları oldu. Ticareti sekteye uğrattı, yaygın korku ve endişeye yol açtı ve toplumsal eşitsizlikleri ağırlaştırdı. Üstelik veba, bu dönemde ölüm, ölümlülük ve insan yaşamının kırılganlığı temalarını araştıran birçok edebi ve sanatsal eserle kültürel ve sanatsal ifadeyi etkiledi.
Zamanla sanitasyondaki iyileşmeler, karantina protokollerinin ortaya çıkması ve daha etkili tıbbi müdahalelerin geliştirilmesi, sonraki yüzyıllarda vebanın yıkıcı etkilerinin hafifletilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Ancak vebanın anısı, bulaşıcı hastalıkların yıkıcı potansiyelinin ve halk sağlığı önlemlerinin öneminin keskin bir hatırlatıcısı olarak kaldı.